hemen her virane kerpiç damın
her rüzgara duasız, çepersiz kuşatılmış
saki
dayayıp kulağını sessizce
damlarken göğsümden aşağı ılıcak kanın
O viraneye oturup da fitillendirdiğim yaramı
aynı gece
elin iti ovaladı
sessiz gemiler uğurlandı göğsümün tomruk akıntısına
Çeperlerine gün sürerken balyoz
kayalara vura vura çıkardığı tuzu
usulca yarana
-Hem de şu kerpiç odada-
acemi bir lokman uladı
Salınarak geçip gitti
bir kadın
hemen ardından iki bey
bir çocuk
bir de şu gürültücü boz itleri
Biraz sonra geldi köpek
hırlayıp kaşıdı burnunu
hem de senin en ılık akan yerinden
şapırdatıp ağzını yalana yalana
bu kez çok olmuştu gayrı
yarandan şapırdatması değil de
o şaplayan sesi söküp aldı kulaklarımın ferini
üstelik en ıssız yerinde kalabalık bir düet yaptı
omzumdan düşen başın
ve bir de o sıcacık soluğun
bir şubat gecesi
kirişi çatlak bir ev
serin bir rüzgar
sen ve ben
köpeğe dikildi gözlerim
hatırlar gibiyim
gücüm kalmamıştı belki
belki tahammülüm
ama alıp omuzlarıma seni
adım
adım
yürüdüm karanlığın içine
o boz köpek
bakıp ardımızdan mırıldandı gururla
Virane, kirişi çatlak kerpiç evin dışında
küçücük bir mezar kazdım
bir de ateş yaktım galiba
evet çay demlemek için
ve elimde çay
şubatta soğuk
göğsünde başım
bırakıp cesedini otların arasına
kendimi gömdüm o küçük mezara
o şubat gecesi
Eylül karanlığına inat
Çay hala Sıcak mı?” sevgili
Vuslat AKTEPE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder